Yeşil Hoca

İslam'da Esas İman- İnsan
Islam Dininde Sarsılmayan Esaslar Eserler İman Küfür

 

Ey ümmet-i Muhammed !

     Hubb-ı Sübhânîsiyle hâlkolunan bizlerin; Hakk'a vâsıl olması (erişmesi), ancak aşk-ı Rabbvnî ile olur. Aşkın tedâriki için de pûte-i Muhammedîde erimek, bu pûteye girebilmek için de îman menba'ından tefeyyüz etmek zarurîdir.
Kudretde her hâdise bize büyük dersler verir. Meselâ tuz memlâhasına düşen en necîs (pis murdar) hayvanın her zerresi tuza inkılâb eder (dönüşür). İşte bunda bize büyük ibret vardır. Memlâha-i Muhammediyye'ye düşen kimsenin de niçin şekaveti (kötülüğü) seâdete, kesâfeti (bulanıklığı) letâfete (hoşluğa) inkılâb etmesin ?.. Zira bu âleme; âlem-i imkân denilmişdir.
     Şübhe yokdur ki Hazret-i Resûl'ün nazar-ı akdesi (en kudsal nazarı) ile iltifâta nâil olan mücrim (günâh işleyen), hemen muhterem olur.
     İman aşkını tedârik ise ancak din ile olur.
     Din ne demekdir ?
     Bu suâle çok ehemmiyet vermek lâzımdır.
     Bizde " Din ne demekdir ?" diye sorulunca, hemen ekseriyyet: "Namaz kılmak, oruç tutmak" diye cevab verir
Hâlbuki namaz kılmak, oruç tutmak dînin umdesidir, din değildir.
Din : Bizim bu âleme nereden geldiğimizi, burada ne gibi vazifelerle mükellef bulunduğumuzu ve bu âlemden sonra nereye gideceğimizi bildiren bir ilm-i celîl'dir
Aslını, Rabbisini, meâdını bilmek aşkıdır.
Müsbet ilimler ya'ni fennî ilimler bizim bu âleme nereden geldiğimizden ve bu âlemenden sonra nereye gideceğimizden bahsedemez. Bahsederse mevzu'unun hâricinine çıkmış olur ki o zaman fen olmaz.
Fen ancak hâdiseler arasındaki münâsebâtı araşdırır, "nasıl?" sualine cevab verir. "Niçin ?" sualine cevab veremez. Din ise "niçin" suâline cevab verir.
    İnsan da âsûde kaldığı vakit kendi kendine şu dört suâli sorar :
       " - Ben neyim ?"
       " - Nereden geldim ?"
       " - Niçin getirildim ?"
       " - Nereye götürüleceğim ?"
    İşte bu dört suâlin cevâbını insâna ancak DİN verir.
Din ve îman, mürebbî-i vicdandır.
Kürede belli başlı altın din vardır: Buda, Zerdüşt, Brahma, Yehûdiyyet, Hristiyâniyyet, İslâmiyyet.
Bu altı dinin içerisinde vahdâniyyet-i İlâhiyye'yi i'lân eden yegâne din: İslâm dînidir.
Mâdâmı ki Allah birdir, bütün mevcud O'nun azameti tahtında toplanmağa mahkûmdur.
Dînin muallimlerine ise Enbiyâ denir.
Enbiyâ : Allah'ı isbâta değil, O'nu beyâna, kemâlât-ı ilâhiyyesini i'lâna gelmişdir. Zîra Allah, isbâta muhtaç değildir.
Hazret-i Muhammed, bütün enbiyâ'nın sertâc-ı ibtihâcıdır ve Hazret-i Muhammed'in tanıtdığı gibi Allah'ı tanımıyanların Allah'a îmanları sahih olamaz. Kitâbullah, Hazret-i Muhammed'i, herkesin bulunduğu sınıfa göre ta'rif etmişdir.
Anlayışı en az olan sınıfa: (Ene beşerün mislüküm...) demiş.
Dîni iyi anlayanlar bu âyet-i celîleden:"(Ey misle mecmû'ıküm leyse ehadün minküm) ma'nâsı da tahsîl olunur" demişlerdir.
     Ma'nâsı şudur: " Ben sizin heyet-i umûmiyyeniz gibiyim, içinizden biriniz gibi değilim"
Bu ne demekdir, bilir misiniz ?
     İzâh edeyim:
     Bu âlemde vücud bulan her ferdin, mutlaka diğer ferd üzerine tercih olunabilecek bir sıfat-ı âliyyesi vardır ve bu sıfat dolayısıyla bu âleme gelmesi iktizâ-i hikmet olmuşdur.
Meselâ: Ben sizden iyi görürüm, siz benden iyi yazarsınız. İşte benim sizden daha iy görüşüm size tercîhimi muktazî olan sıfatdır.
Binâen'aleyh: (Ene beşerün müslüküm) âyeti : " Hazret-i Muhammed, bilûmum beşerdeki kemâl sıfatlarının toplamıdır" ma'nâsını i'lân eder.
Esâsen kendileri: " Ben mekârim-i ahlâkı tamamlamaya gönderildim" diye beyan buyurmuşlardır.
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Resûlullah'ı biraz daha iyi anlayanlara : (Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinallahe remâ) fermânı ile beyan buyurmuşdur.
Hulâsa Cenâb-ı Fahr-i Âlem Efendimizi iyi anlamaya çalışalım. Hazret-i Muhammed'e îman, Allah'a îmandan daha zordur. Zîra Allah, hâdisat ve tasavvuratdan münezzehdir, hiçbir şey'e benzemez, ehadiyyeti(birliği), teayyün için değildir, ferdiyyeti de aded manzûmesinde çiftin mukaabili olan ferdiyyet değildir. O, bütün kudretlerin sâhibidir.
O'nu inkâr eden de tasdikdedir. Fakat farkında değildir zavallı. Çünki beşer dâima acz halindedir. Aczini görüncede mâfevk (üstün) kudret meydâna çıkar.
Hazret-i Resûlüllah'a îman zordur dedim. Evet çünki Cenâb-ı Peygamber de yer, içer, gezer ve kemâlât-ı insâniyyeye âid muâmeleleri yapar. Binâen'aleyh bâb-ı vahy'i iyi anlayamayanlar: "O da bizim gibidir" der de ayağı kayar.
Cenâb-ı Hak: (Ve terâhüm yenzurûne ileyke ve hüm lâ yübsırûn) : "Habîbim ! Onlar sana bakıyorlar amma göremiyorlar" buyuruyor.
Demek oluyor ki, bakmakla görmek arasında fark vardır.
     Bir Amerikalı doktor şöyle diyor:
"Hazret-i Muhammed'in :-Cüzzam illetinden arslandan kaçar gibi kaçın- hadîsini gördüm ve dedim ki :
Benzeyen ile benzetilen arasında bir münâsebet olmassa Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) -arslandan kaçar gibi kaçın - demezdi. Ya'ni niçin kurtdan kaçar gibi, kaplandan kaçar gibi demedi, hiç birini zikretmedi de arslanı zikretdi ?
Bunun üzerine bu hastalığın uzun seneler işledim, neticede bu hastalığın mikrobunun arslan şeklinde olduğunu gördüm ve hayretler, zevkler içinde kaldım ..."
Bakınız, Frenk, hadîsi, Kitâbullah'ı nasıl anlamamaya çalışıyor. Biz ise Kur'ân-ı Kerîm'i mezarlıkda yatan ölülerimiz için okuruz. Sanki o kitâb ölü kitâbı! Ve hangi müslümana " Kur'ân'ı niçin öğretirsin?" diye sorarsanız: "Ne yapalım, iki ayağım çukurda, ben öldükden sonra arkamdan okunur" diye cevab verir.
Bu hâl İslâm'a şîn teşkîl eder.Yanlış anlaşılmasın, ölünüze Kur'ân okumayın demiyorum. Tabiî bu âlemden alâkasını kesen, âlem-i ma'nâya giden, hukukullaha, hukuk-ı insâniyyeye hayatda iken hürmetkâr olan kimseye en büyük hediye Kur'an okumakdır...