Yeşil Hoca

Füyuzat
Eserler Hz. Muhammed (S.A.V.)

 

FÜYUZAT

     İymânında şek ve şübheyi kaldırıp, taklidden kurtularak, nefsini rûhun dizginleriyle terbiye edip teslîm alan, nazargâh-ı ilâhî olan vahdethâne-i kalbi, mâsivâ putu ile doldurmayıp Hak ile huzûr bulan, likaullah aşkı ile sayılı nefesini tüketen kuluna :
     "Ya eyyetühen-nefsül-mutmainnetü. Irciî ilâ rabbiki radıyeten merdıyyeten. Fedhuliy fî ıbâdî. Vedhuliy cennetî"
     Fermân-ı ilâhîsindeki işaretiyle:
     " Ey sahte benlikten soyunup, esbâba değil de, sebebleri halkedene hakkîyla teslim olan kulum! Sen dünya denilen âlem-i imtihanda Rabbinden hoşnûd, Rabbin senden râzî olarak yaşadın. Kudretle azamet yarışına kalkmadın. Nazar-ı hakîkatte meşhûd olan Hak'dır diye iymân ettin. Âh almadın, kalbin bütün mahlûkata karşı rikkatle çarptı. Elbette bunun mükâfatını görecektin. Bana gel, sevdiğim has kullarımın arasına gir. İşte Cennet-i Sıfâtım, işte Cennet-i Zâtım..." da'vet-i Sübhânîsini merhamet-i İlâhîsi ve eltâf-ı Sübhânîsiyle ihsân eden Allahıma hamdederim.
Zât-ı Ahadiyyet Cenâb-ı Ahmediyyetine fethedilmiş, Nefs-i Nâtıka-i Kâinâtın Kalbi, makam-ı şefâatin sâhibi, düşmanına dahi merhamet elini uzatan, beşeriyyeti ücretsiz, külfetsiz, minnetsiz zulmetten nûra çıkaran Resûl-i Ekrem'e, Âline ve eshâbına salât ü selâm ederim.
     Cenâb-ı Hak hubb-i Sübhânîsiyle bu mufassal kâinatı halketmiş ve bu mevcûdât içerisinde esrâr-ı zâtiyyesine ve sıfat-ı İlâhîsine âgâh ve Zât-ı Sübhânîsine muhâtab olabilecek isti'dadda, cemâl ve celâl sıfatlarına mazhar kılarak, rûh-u menfûh ile tekrîm ederek, keremnâ tâcını giydirerek(insan) sınıfını halketmiştir. Bu sınıfta insân-ı kâmil, icmâlen ve tafsîlen bütün eşyânın hüviyyetidir.
     İnsanlara ıstıfa kanunu ile kendisini beyân içün ve hilkatteki gâyeyi, bu âleme geliş ve gidişteki ma'nâyı duyurmak içün de Enbiyâ'yı göndermiştir.
     Enbiyânın sertâc-ı ibtihâcı ve burhânullah olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı da:
                                           "Ve ma erselnake illâ rahmeten lil'alemiyn"
     Fermân-ı Sübhânîsiyle âlemlere rahmet olarak gönderdiğini beyân buyurmuştur.
     Böylece O'nun rahmetinin mutlak olduğunu duyurmuştur.
     "Hüvellezi ersele resulehu bilhüda ve diynil-hakkı liyuzhirehu aleddiyni küllihî ve lev kerihel-müşrikûn." Nazm-ı kerîmi ile ve :
    "Vallahü ya'sımüke minennâsi."
    Fermân-ı celîli ile: Kaadir, Muktedir, Kayyûm olan Allah'ın, Habîbini ne şekilde techîz ettiğini, vikaye-i ilâhîsinden nasıl zırh giydirdiğini, menba'-ı Hudâ olan bir Kitab ve hak ile bâtılı fark edici bir Dîn ile gönderdiğini, ve bu dînin, hak ve hakîkatı örtenler patlasa, îmânı bir nefsâniyyet mes'elesi yapanlar çatlasa, Allah ile azamet yarışına çıkanlar bunalsa; ilmen ve aklen bütün edyâna galib geleceğini sarahaten beyân etmiştir.
     "Ve kefâ billâhi sehiyden mühammedün resulüllah."
     Emr-i Sübhânîsiyle de, Allah'ın O'nun risâletine hakkıyle şehâdet etmesi kâfidir buyurulmuşdur.
Ehl-i insaf ister teslîm olsun ister olmasın Kur'ân'ın azameti karşısında boyun kesmek mecburiyyetindedir.
     İşte Cenâb-ı Peygamber bu kitâbın her âyetinin şeref-i nüzulü içün şöyle buyuruyorlar:
Nâzil olan âyât-ı Kur'aniyye'den hiçbir âyet yoktur ki; o âyetin (zahrı) ve (bâtnı) olmasın; ve her (harfi) içün (had) ve her (haddi) içün (ıttıla) olmasın."
     İmdi Kitâbullah'ın ıttıla'-ı zâhirîsinden alınan ma'nâya tefsîr, ıttıla'ı bâtınîsinden dînin hakîkatı, ma'rifetin yakınlığı üzere alınan ma'nâya da te'vîl derler.
     Te'vîl hakkı ilimde rüsuh bulan zevât-ı âliyye içündür ki Cenâb-ı Hak "Verrâsihûn" kelime-i celîlesini ilmullaha atfederek Kitâbullah'ın ma'nâ-yı enfüsîsini bildirdiği sınıfı ayırmıştır.
     Kitâbullah'ın gerek zâhirinden, gerek bâtınından her müntehâ içün bir makam-ı ıttıla' vardır. Hadîs-i şerifdeki had: Kelâmın ma'nâsı cihetinden fehmin nihayetidir. Bunların biriyle amel ettikten sonra Cenâb-ı Hak ikincisinin ma'nâsını açar. Bir hadîs-i şerîfde: "Kim ki bildiğiyleamel ederse, Allah bilmediği ilimde onu vâris kılar" buyurulmuşdur.
Esrâr-ı ıttıla'ın makamı ise çok büyük olduğundan her his ona yaklaşamaz, o daireye duhûl için:
     "Lâ yemessühu illel mütahherun"
âyetini iyi bilip enfüsde ve âfakda tamamıyle temiz olmak şarttır. Nâpâk olan gönül mahrem-i esrâr olamaz.
     Şu cümleleri hulâsa edecek olursak; Kur'ân-ı Kerîm yalnız elfâz-ı şerîfesine bakılıp da hemen ma'nâ verilecek bir kitâb-ı şerîf değildir.
     Zîra o büyük Kitab lâfzan Arabca ise de ma'nâsı Allah'cadır. Kezâ ehâdîs-i şerîfe de öyledir. Lâfzı Arabca ise de ma'nâsı Muhammed'cedir.
     Binâenaleyh, elfaz, ma'nâ-yı Kur'ân-ı gösteren münevver bir âyînedir. Kur'ân'ın inceliklerini anlatmak içün Hak ile ünsiyyet ve Hazret-i Muhammed'e kendisini sevdirmek şarttır.
     Burada şunu arzedeyim ki:
                                           "Men fesserel kur'ane bire'yihî fekad kefer"
hadîs-i şerifini ba'zı kimseler yanlış anlamışlardır... Murâd-ı Nebî şudur :
"Âyât-ı ilâhiyyeyi ahkâm-ı nefsânîsine mağlûb olup, kendi arzularına muvâfık bir şekilde tağyîr ü tebdîl etmek sûretiyle tefsîr etmek küfürdür."
     Yoksa kendisinin abd-i mahz olduğunu ve ihlâs-ı tâm sâhibi bulunduğunu duyan hermü'minin Kur'ân sofrasında hissesi vardır ve aldığını ümmet-i Muhammed'e söylemekliğe me'zundur.
     Onun içün Kitâbullah'dan meâl çıkarılır. Herkes hissesi kadar nasîbini alır. Meselâ bir kimse evine istediği kadar denizden su alabilir, fakat denizin hepsini çıkarabilir mi? Halbuki ma'nâ-i Kur'ân ona da benzemez. O, ma'nâsı ile urefâyı, elfâzı şle füsehâyı hayrette bırakmış kitâb-ı celîldir. O'nun hitâbı rûhadır. O'nun âyetinin her tekerrüründe ayrıca bedîalar gizlenmiştir.O, meâlînin, fezâilin, mekârimin menba'ıdır.

     Ey hakîkat yolcusu !
     İnsanın mevcûdât içerisinde zâhirde eşref-i mahlûkat olduğunu ayıran sıfatı, (nutk) olduğu gibi, ma'nâda da (ahkâm)dır. İşte Kur'ân o ahkâmın hazînesidir. Onun âyetleri nâzil olurken o günün fesâhat ve belâgat sergisi olan Kâ'be'nin duvarından en yüksek füsehânın, şuarânın sözleri birer birer düşüyordu. Meselâ Nûh tûfânına taallûk eden:
     "Ve kıyle ya ardu übleıy maeki"
     "Ey arz suyunu yut" ve :
     "Ve ya semaü akli'ıy ve ğıyzel maü"
     "Ey semâ suyunu tut denildi ve su kesildi" ma'nâsını beyân eden âyet-i celîlesi nâzil olunca (İmreülkays)'ın kız kardeşi:      "Artık bu fesâhat ve belâgat gözüktükten sonra Emîrüş-şuarâ kardeşimin şi'ri de meydân-ı iftiharda durması ayıbdır" demiş, Kâ'be'nin duvarından indirmişti.
     "Ikra' bismi rabbike..."
sûre-i celîlesini, Füsehâ Kâ'be-i Muazzama'da görünce gelip İslâm'a girmeye başlamışlardır.
     O öyle bir Kitab ki: On üç, on dört asır geçtiği halde, bütün cihânı, Şarkı da, Garbı da kendisiyle meşgul etmiş, hakîkî ilim adamlarını muhakkak karşısında hörmetle eğdirtmiştir.
     Jules Barthelemy Saint-Hilaire Muhammed ve Kur'ân unvanlı eserinde şöyle söyler:
     "Kur'ân-ı (Kerîm) kabil-i kıyâs olmayan bînazîr muazzam bir Kitâb-ı Celîldir. Kendi güzelliği bütün âlemin verdiği re'y mu'cibince mevzuun azametiyle beraberdir. O okunduğu vakit O'nun câzibesi karşısında ihtidâlar çok olur. Daha ma'nâ fikirlere gelmeden kalbler onun cezbesi tahtında kalır.
     Beşeriyyetin bütün tarih-i dînîsinde buna benzer bir şey görmedim ve göremem. Onun içün o Kitâbın Allah kelâmı olduğuna kolaylıkla inanılır.
     Yalnız bu Kitâbın şu'le-i nûrâniyyesi tercümeler vasıtasiyle daha az parlak gözükür, hemen sönmüş gibi olur..."

     Stanley Lane-Poole de diyor ki:
     "Hiçbir kalb sâhibi bu şâyân-ı dikkat Kitâbı heyecansız okuyamaz. O Kitâbın kalbi bütün beşeriyyet üzerine te'sîri âşikâr olan Hazret-i Muhammed'dir ..."
     Beynelmilel ilmiyle büyük bir şöhrete sâhib olan Dr.J.-C. Mardrus'un şu cümleleri de Kur'ân-ı Mübîn hakkındaki beyânâtı arasındadır:
     "Faite sur la demande des Ministeres
de l'Instruction Publique et des Affaires Etrangres Quant au style du Koran, il est le style personnel d'Allah. Comme le style l'essence de l'être, il ne saurait être ici que divin. Et, de fait, les écrivans mème les plus sceptiques, en ont subi la fascination. Son emprise est encore telle sur les trois cent millions de musulmans du globe, que les missionnaires étrangres s'accordent â reconnaître qu'on n'a guère pu produire jusqu'aujourd'hui un seul cas avéré d'apostasie musulmane. Tant il est vrai que le verbe bien conduit est la seule vraie magie."
     "Kur'ân Allah'ın kendi şahsî üslûbudur, bir lisandan diğer bir lisana intikal edemez..."

*

     Zaman ve mekân taayyünâtından, ervâh u eşbâhın halk ve icâdından mukaddem; kâlen ta'rîf ve tavsıfe, hâlen keşf ü îzâha sığamayan, mertebe-i lâ taayyünden, ya'ni nûr-ı zât-ı lâ yezelîden halkolan, hakîkat-ı Muhammediyye vasf-ı cemîli ile mevsûf bulunan Nûr-ı Mübîn-i Ahmedî'yi halkeden Allahü Teâlâ'nın ikrâm u ihsânı, Dergâh-ı Ahadiyyet'in tercemânı, La Ömrek Sarâyının husûsî misâfiri, Resûllerin Seyyidi, Beşeriyyetin Fahr-i Ebedîsi Resûl-i Zîşân'ın şefâati ile Kitâb-ı Mübîn'in meâl-i âlîsinin tefsîrine başladım, tevfik Allah'dan ...

     "Kur'ân okuduğumuz zaman sizinle kelâmım arasına umûr-ı mâsiva karıştırılmasın."

     Kur'ân'ı huşû' u hudû' ile okuyabilmek için tahâret-i lisan şarttır. Lüzumsuz konuşmak, gıybet, bühten, dedikodu lisânı kirletir. Onun içün Kur'ân okunurken istiâze edilir, Allah'ın fazlına sığınılır.
     Ey inananlar ve istikbâl inananların olduğuna inananlar !
     Cenâb-ı Hak buyuruyor ki :
     "Benim sıfât-ı İlâhiyyem olan Kelâmullahı ya'ni Kitâbımı okumak istediğin an, ona muhâtab olmaya niyyet ettiğin zaman, "ben Allah'ın rahmetine ilticâ eder; kalbimi, nefsimi Allah'ımın fazl u rahmetine ilsak eylerim" diye, rahmet-i İlâhiyye'den koğulmuş, uzaklaştırılmış Şeytan'dan bana sığın."
     İnsan Rabbisinin huzûr-ı müşâhedesinde, füyûzât-ı İlâhîsinde müstağrak kalmasına mâni' olan bilcümle şeyden Hak'ka ilticâ(istiâze)dir. Bu da ma'rifetullah ile olur. Çünkü Şeytan ancak ârifin kalbinden korkar.
     Ârifin kalbinin semâsında doğan şems-i hakîkat-ı Muhammediyye Şeytan'ı yakar ve uzaklaştırır.
Kul Rabbisine bu şekilde duyarak istiâzesini yapınca, Cenâb-ı Hak: "Korkma! İsmimi an, Bismillâhirrahmânirrahıym, Rahman ve Rahıym olan Allah'ın ismi ile işe başlıyorum" de buyuruyor. Onun içün Besmelesiz işe sonsuz iş denir.
Besmelede üç ismin, Allah, Rahman, Rahıym isimlerinin beraber zikrolunmasında üç cins kula işaret vardır:

     1 - "Feminhüm zalümin linefsihî"
     2 - "Ve minhüm muktesıdün"
     3 - "Ve minhüm sabikun bilhayrati."

     Biliniz ki: Besmele-i Şerîfedeki üç isimden biri ism-i Celâl olan "Allah" lâfzı; ism-i zâttır. İkincisi ism-i Kemâl ki:      "Errahmân", ism-i sıfattır. Üçüncüsü: İsm-i Cemâl ki: "Errahıym", ism-i ef'aldir. İşte bu Besmeledeki esmâ ile âlem vücûda gelip mevcûd olmuştur.