Yeşil Hoca

Hz. Muhammed (S.A.V)
Fuyuzat Eserler Hz. Gavs-ı A'zam Abdülkaadir Geylani

 

Mukaddime

     Ey hakikat yolcusu!

     Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki: İslamda en büyük esas: Beşeriyetin fahr-i ebedisi, nefs-i natıka-i kainatın kalbi, hılkatin masdarı, mevcudatın en meşhuru, düşmanlarının tasdikıyla dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı, en namdar hakimi, sözce en yükseği, akılca en parlağı, ondört asırdan beri rahmetiyle, faaliyetiyle ve elinde şahidi ve burhanı bulunan Kur'an'ı ile kainatı nurlandıran Hazret-i Muhammed'i (aleyhissalatü vesselam) anlamak ve O'na iman ile beraber görüp tanıyabilmek içün irfan tedarik etmektir. Bu bir kısmet mes'elesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki,bütün ilimlerin fevkındedir.

     İman ile irfanın farklı vardır.İman, mukallidde de bulunabilir, fakat irfan bulunamaz. Mukallidden maksad: Mirasyedi şeklinde, hakikatini anlamadan, aramadan, gönlünde zevk hasıl olmadan babadan kalma mü'mindir. Bunların imanı sahih mi, değil mi, diye uzun uzadıya eserler yazılmış, sözler söylenmiş, en nihayet: " Münkirin birkaç telkıni ile yıkılamayacak şekilde olan takliden iman sahibinin de imanı sahihdir " neticesi alınmıştır. Yalnız bu gibilere irfan-ı ma'nevi tklif olunmaz.

     İşte, Allah'ı beyan eden bu Kitab-ı Kainat, havassımızla idrak edebildiğimiz, edemediğimiz bu muazzam alemler yok iken, henüz kader nakkaşı semavatın tezyinatını vurmamışken, ne felek meş'alesi, ne melek velvelesinden haber yok iken, ne eserden, ne esirden hiçbir şey bilinmeziken, ne cennet'den , ne cehennem'den,ne saidin seadetinden, ne şakinin şekavetinden hiçbir eser mevcud değilken ( Kul hüvallahü ehad ) nida-i sübhanisinde secdede bulunan Mazhar-i Kainat Hazret-i Muhammed'e (aleyhissalatü vesselam) iman, Allah'a imandan güçtür. Zira Hakk'ı inkar eden de tasdiktedir. Çünki bütün mevcudat daima acizdedir. O halde bize tabi olmakdan gani, mafevk kudret meydandadır.

     Mahlukatın en şereflisi olan insan, birçok şeyler yaparım der ve birçok şeyleri de Kudret bu sınıfın elinden sahne-i aleme getirdir. Bununla beraber bir cihetden de insan acz içinde kıvranır. Mesela dağları yarar, denizin dibinde yürür, arzın semasına çıkar, diğer tarafda henüz gözle gözükmeyen ufacık bir mevcud, "mikrop" denilen mahluk, kendisini ezer.

     Yine o insan, başında aklaşan saçın aklığını red edemez. Bir erkekle bir kadın birleşip istedikleri şekilde, renkte, zekada bir çocuk yapamaz. Buraya gelirken hiç sorulmaz, götürülürken ihtiyarı alınmaz. Ohalde acz meydanda..

     Sonra bu mezahire, şu kainatı hayretle bakıp zevk ile mütelea eden her insan, bu geniş saltanatın, şu kerim ziyafetin bir sahibi, gayet parlak bir suretde teşhir edilen şu muazzam san'atın bir Sani'i, bu büyük kitabın bir Müellifi, elbette bu geniş memleketin bir Sultanı var demek mecburiyetindedir.

     Yine kendini yoklayıp, ne kadar muhtaç olduğunun farkına varan, sayılı nefesinin bir tanesi teahhura uğradığı vakit çırpınan, etrafının kendisi gibi muhtaç, belki daha zaif olduğunun farkında olan herkez; bu alemlere geniş merhametiyle imdad eden, bütün ihtiyaçları gideren, vücudu ile mevcud, sıfatı ile muhit, esması ile ma'lum, ef'ali ile zahir; asarı ile meşhud bir Allah; üzerinde yaşadığımız alemden çok daha büyük yüzbinlerce ecram-ı semaviyyeyi intizam dahilinde durduran, büyük kitleleri ihtilaf çıkartmadan idare eden, her alemi kendi vazifesinde çalıştıran ve aynı surette beraber, noksansız tasarruf eden, kanunlarına itaat etdirten, bir rububiyyet tecellisi içinde tedbir, tedvir, tanzim ve tanzifden mürekkeb bir hakikat kabul etmek zaruretindedir.

     İşte bütün bunları müşahede etdikten sonra insanın en nihayet diyeceği şu olur : " Cenab-ı Hak vardır, birdir, birliği aded manzumesinde çiftin mukabili olmayan bir birlikdir, öyle bir ehadiyyetdir.( Hüvel evvel, hüvel ahir, hüvezzahir,hüvel batın) dır.
     Yalnız şuraya dikkat edelim:
     Hiç kimse, künh-i zat-ı Hakk'ın ma'rifetine; akıl, vehim, havas, kıyas yoluyla yol bulamaz. Bu husus taraf-ı Muhammediden nehy olunmuşdur, dalaletde kalınır.

     Vücud-ı mutlak-ı Hak; tenezzülat, teayyünat, derecat ve meratib ile bilinir.

     Birinci mertebe: Zat-ı Baht mertebesidir ki : Ehadiyyetdir. Bu mertebede isim, sıfat na't almaz. Bütün kayıdlardan münezzehdir. Hatta burada ıtlak da bir kayıddır, ondan da münezzehdir.
Bu lateayyün mertebesinde (Vücud-ı baht) kendine nu't ve sıfat izafesinden mukaddesdir. Burada Zatını, Zatından başka bilen yokdur. Gayrisi içün bilmek muhaldir.

     İkinci mertebe: Bu mertebede Cenab-ı Hak bilinmesini istedi, sevdi, Zatından Zatına tecelli etdi. Buna mertebe-i teayyün denir ki bu mertebede Hakikat-i Muhammedi zuhur etdi.
Bu mertebeye: Vahdet ve Hakikat-i Muhammediyye mertebeside denir.İşte hakıkat-i Muhammediyye bilcümle hakaikın aslı ve hakikatidir.

     Üçüncü mertebe: Teayyün-i evvelden sonra teayyün-i sani mertebesi gelir ki: Teayyün-i evveldeki icmalin tafsili demekdir. Teayyün-i sani mertebesine: (Vahıdiyyet ve Hakikat-i İnsaniyye) ismi verilir.
Şuraya kadar saydığımız meratib-i mezkurede takdim ve te'hir aklidir, zamani değildir. Yoksa haşa Cenab-ı Hak ibtida böyle, sonra şöyle, daha sonra da şöyle oldu demek değildir.
     Bir arif-i İlahi umur-ı haricide şöyle güzel bir misal getirmişdir:
     Bir hükümdar içün dört mertebe mülahaza olunabilir ki; yek diğerine mani olmayarak bir anda müctemi', tekaddüm ve teahhurla müretteb bulunur.
     Şöyle ki: Birinci mertebede hükümdar: Cisimdir. İkinci mertebede: Hayvan, ya'ni hayat sahibi, ziruhdur. Üçüncü mertebede herkes gibi bir insandır. Dördüncü mertebede de: Bir kavmin emiridir.
     Şimdi hükümdar, hükümdar olduğu halde şu dört mertebeyi cami'dir. Ve zikrolunan mertebelerde tekaddüm, teahhur sabitdir. Lakin aklidir, zamani degildir. Ya'ni hükümdar evvela cisim, sonra hayvan, sonra insan, sonra da hükümdar oldu demek değildir.

     Dördüncü mertebe: Alem-i ervah mertebesidir ki (Kaf) ile (Nun)'un izdivacından ya'ni (Kün) emr-i İlahisi ile mevcud olduğundan (Alem-i Emir) de denir.

     Beşinci mertebe: Alem-i Misal mertebesidir. Kuuvve-i muhayyele-i insaniyye bundan bir şu'bedir. Bu mertebe, ne sırf alem-i ruhani, ne de sırf cismanidir. Her iki cihetde mülayim ve iki cihetin beyninde bir berzah ve hadd-i fasıldır.

     Altıncı mertebe: Alem-i Ecsam mertebesidir. Ya'ni suret alemidir.
Hulasa insan , bu merayadan görünenin o Zat-ı Mutlak'ın sıfatı olduğunu anlar (La ilahe illallah) demekde muztar kalır.
Fahr-i Alem'e iman (Ehl-i iman 3 sınıftır: 1-İman-ı gaybi eshabı, 2-İman-ı şühudi eshabı, 3-İman-ı zevki eshabı.) ise böyle değildir. O çok güçdür. Zira Cenab-ı peygamber kemalat-ı insaniyyeyi işler. İşi basit görenler ise "o da bizim gibi insandır " der de düşer. Hazret-i Muhammed'i anlamak lutf-ı İlahiye bağlıdır.

     Cenab-ı Hak kudsi-i amasından hazerat-ı ehadiyyesine tenezzülünde, ya'ni zatından
zatına olan tecellisinde, bütün mevcudatın mayesi ve hakikati olan " cevher-i evvel " ve " akl-ı evvel " namı ile vasfolunan, zulmetin mukabili olmayan Nur-ı Muhammedi zuhur etdi ve bu nur'dan da bütün mahlukat ve hesabsız cismani ve nurani alemler halkolundu.

     İşte suret i'tibariyle Hz.Muhammed (aleyhisselam) Adem'in evladıdır. Hakikatde ise ma'na i'tibariyle Adem ve alem Hazret-i Muhammed'in evladıdır.

     Bir ağacın yemişine zahirde baktığın zaman o yemişin o ağaçdan olduğunu görürsün,fakat hakikatde o ağaç o yemiştden olmuşdur. Bağıban da o ağaca o yemiş içün hizmet etmişdir. O yemiş içün onu sulamış, hastalık geldiğinde ilaçlamış, bakmışdır.

     Cenab-ı Hak da hatır-ı Muhammedi içün rezzak-ı erazil ü eazımdır.
     Bir hadis-i kudside:
     " Habibim, bütün mevcudatı senin hatırın içün, seni de Zat-ı Uluhiyyetim içün halk ettim " buyurulmuşdur.

     Cenab-ı Peygamber de Hazret-i Cabir'e şöyle buyurmuşlardır:
     " Ya Cabir! Cenab-ı Hak, eşyadan evvel senin Peygamberinin nurunu kendi nurundan halketdi."

     İşte O'na hakkıyla iman etdik diyenlerin de çoğu maal'esef iman edememişler, hakikat-i imana yaklaşamamışlardır. O'nu gördüm diyenlerin de çoğu görememişlerdir.

     Nitekim Cenab-ı Hak apaçık i'lan eder:
     " Ve terahüm yenzurune ileyke ve hüm la yübsırun. " (A'raf:198)

      Evet Cibril'in nüzulünün teşrif içün olduğunu anlamayanlar, ta'lim-i İlahinin Cibril'den evvel olduğunun farkına varamayanlar çokdur.

     Kimisi: " O da efrad-ı beşerden bir beşerdir " demiş, Kitabullah'ın O'na karşı olan nezaketini anlayamamışdır.

     Kitabullah'da " İnnema ene beşerün mislüküm " (Kehf:110) buyurulmuşdur, amma, ayet-i kerimenin huzurunda dikkat ile durulmuşmudur acaba? Cemi olarak zikrediliyor. Ya'ni " İnnema ene beşerün mislüküm" : "Ben sizin hey'et-i umuminiz gibi bir beşerim. Ben sizin mecmuunuzun misli gibi bir beşerim. Yoksa sizin içinizden biriniz gibi bir beşer değilim..." ma'nasınadır.

     Buradaki incelik şudur:
     Bir insanın bu aleme gelmesine sebeb; o kimsenin diğer insanlardan ayrılan bir sıfat-ı kemaliyyesi olması hasebiyledir. İşte Resul-i Ekrem, beşeriyyetin bütün sıfat-ı kemaliyyesini cami' olarak tenezzülen bu aleme gelmişlerdir.

     Yine birçok kimseler: " Men zelleziy yeşfe'u ındehu illa biiznihi " (Bekara:255) ayet-i celilesi ile, hadd-i zatinde şefaate me'zun asaleten Resulullah olduğunu iyice öğrenememiş, ya'ni izn-i tam Hazret-i Muhammed'e verildiğinin zevkına varamamışdır. Şefaat, ednayı a'laya isal demekdir. Bu da ancak alem-i ahıretde Makam-ı Mahmud'un sahibi Hazret-i Muhammed'e aiddir.

     Bazıları : "Ve vecedeke ailen feağna" (Duha:8) ayet-i celilesinin ma'na-i hakikisini anlamadan ayetden: " Seni fakir bulduk, haremin Hadice'nin malı ile zengin kıldık " gibi nezaket harici mana'lar almışlar, Peygamberi madde ile ölçmeye kalkmışlar, böylece ma'na-i Kur'an'ın envar-ı risalet olduğunu bilmediklerinden Cenab-ı Peygamberden layıkıyla feyz alamamışlardır.

     İmamü'l-Enbiya Efendimiz Kitabullah'ın ma'na-i zahirisine tefsir, ma-na-i batınısine de te'vildir buyurmuşlardır. Binaen'aleyh kitab-ı natık olan zat-ı risaletlerinin de zahiri ve batını vardır.

     Bir hadis-i şerifde: " Muhakkak süretde ba'zı ilim vardır ki, hey'et-i meknune, ya'ni suret-i mesture gibidir. Onu ancak Allah ile ünsiyyeti olanlar bilir. O ilim söylediği vakit ancak Hak'dan gafil olanlar inkar ederler" buyurulmuştur.

     İlmin bazıları böyle olunca, ya bütün ilm ve hikmetin masdarı olan Habibullah-ı layıkıyla anlamak, pek basit görüş ve düşünce ile O'nu idrak; mümkün olamayaçağı da aşikardır.

     Evvela insan iman-ı ezelisi ile , iman-ı ebedisini birleşdiricek, -iman-ı ezeli ki alem-i ervahda alınmışdır, iman-ı edebi de ahd-i sanide hasıl olmuşdur- işte bu iki iman birleşdikden sonra basarına basiretini ilave edecek, ihlas ile bab-ı risalete yüz sürecek, hikmet kapıları açılacak, şemme-i Muhammedi koklanacak ve " Kul innema ene beşerün mislüküm..." ayet-i celilesindeki ma'nanın: " Bende sizin gibi beşerim " demek olmayıp belki suret-i beşeriyyeyi isbat ile medar-ı da'veti tenbih olduğunu tefhim edecek.

     O öyle bir Abd-i Mahz'dır ki: Mazhar-ı Uluhiyyet, sırrı olup alem-i ma'nanın yegane salahiyetdar şahsıdır.

     Sonra Cenab-ı Vacibü'l-vücud Hazretleri Habibini Saray-ı La-mekana da'vetinde: "Sübhanelleziy esra biabdihi ..." ayet-i celilesinde (abd) lafzıyla zikretmesinde urafaya çok büyük ma'nalar gizlemiştir. Bu, harem-i hümayun-ı İlahiye dühul içün yegane şart, ubudiyyet olduğuna işaretdir.

     Aşk mahallesine Hazret-i Muhammed'den başkasına yol verilmemişdir. Orası Cenab-ı Cibril'e dahi yasak olmuşdur. Hazret-i Cibril, alem-i mi'racda Hazret-i Resul'e teşrifatçılık vazifesinde Sidre-i Müntehaya kadar maiyyet-i risaletde bulunabilmişdir. Oradan ötesi içün:" Ya Habiballah! Eğer Sidre'den bir parmak ileri tecavuz edersem nar-ı azamet beni yakar, bundan ötesi Zat-ı Kibriya ile Habib-i Kibriya'ya mahsusdur " demişdir.

     Evet, bab-ı Hazret-i Nebi, aşk ve ihlas eshabına açılır. Aşk: Muhabbetin müntehasıdır , Muhabbet: Sevdiğinin uğrunda mevcudiyyetinden hiçbir şey kalmayacak kadar varlığını ve varını ona vermekden ibaretdir.
Muhabbet-i hakiki, kalbin bütün nefsani bulanıklıktan ve kedurat-ı nefsaniyyeden selametinden sonra vücuda gelir. O vakit, Hakk'dan gayri muhit olmadığı görülür. Ve O'na Zat-ı Mutlak demekden başka tavsif imkanı kalmaz.
Sonra şu açık ferman-ı İlahiler teemmül ile okunacak olur ise ne büyük hakikatler görülür.
     " İnnelleziyne yübayi'uneke innema yübayi'unellah" (Feth:10)
     "İnna erselnake şahiden ve mübeşşiren ve neziyren" (Feth:8)
     "Sen bize şahid, biz sana şahid olup kamet-i mevzununa nübüvvet-i meknununa, libas-ı rububiyyetimi giydirdiğim Habibim ! Sana biat edenler doğrudan doğruya ancak Allah'a biat ederler. O biatde ellerinin üstündeki (el) Allah'ın elidir ..."

     İleride anlatacağımız üzere, beşeriyyetin fahr-ı ebedisi olan Cenab-ı Peygamber, Hazret-i Osman'ı Mekke'ye müşrikin-i Kureyş'e sefir olarak gönderdiği vakit müşrikler Hazret-i Osman'ı hapsetdiler, bu suretle "şehid edildi" rivayeti dahi çıktı. Zat-ı risalet bu halden çok müteessir oldular. Hudeybiye'de bir ağacın altından bulunuyorlardı. - Sonra bu ağaca (Şecere-i Rıdvan) tesmiye edilmişdir. - Eshab-ı basafayı bu ağacın altında topladılar ve :
     "Bu mes'elenin halli içün karar verdim, bana kim kendisini tamamıyla teslim edecek?" diye emretdiler.
     Eshab-ı Güzin efendilerimiz müteaddid vücudlarda bir ruh olarak:
     "- Anamız babamız size feda olsun, bizi istediğiniz gibi tasarruf ediniz " diye yalvardılar.
     Hazret-i Resulullah:
     " - O halde geliniz, elimi tutunuz, bana biat ediniz" deyip, ridalarının içinden mübarek ellerini çekerek biat etdirdiler ve Hazret-i Osman içün: " Burada bulunamadı, bu biat indallah büyük bir tecelliye mazhar olacakdır, onu da bu tecelliden mahrum etmeyelim. Sol elim Osman'ın elini temsil etsin, onun namına da biat ediyorum" diyerek sol elini sağ elinin altına koydular.

     Bu biat vak'asını müteakıb taraf-ı ilahiden işte yukarıda zikretdiğimiz ferman-ı İlahiyi hamil olarak Cenab-ı Cibril geldi. Esna-i biatde Peygamber Efendimizin mübarek elleri eshabın ellerinin üstünde idi.

     Görülüyor ki Cenab-ı Hak, Habibinin mübarek elini kendisine nispet ediyor ve yed-i kudret-i azametinde tutuyor ve Habibini kendi nefsinden fani ve Rabbisiyle baki olduğunu i'lan ediyor, ism-i a'zamın mazharı olduğunu fikir sahiblerine duyuruyor. Lakin o zahine-i İlahiyye menba'ı olan nur-ı Muhammediden feyz alabilmek içün taharet-i kamile şartdır. Buna işareten Kitabullah'da: "(La yemessühu illelmutahherun) emri vardır. Ya'ni :" İçini dışını layıkıyla temizlemeden benim ayatıma temas etme. "

     "Binaen'aleyh bütün ayat-ı İlahinin ma'nası olan Kitab-ı muazzam'ın natıkı bulunan Habibime de yaklaşma. Benim Peygamberimden feyz almakk içün taharet-i batıne ve taharet-i hariciyyeni yap. "

     Onun için isyan ile iştigal eden nefis sahibi oradan bir feyz alamaz. İnsan şeytan ile arkadaş olup bütün ma'nevi kazancı ma'sıyet olursa, ruhunda siyah bir nokta zuhur eder, nefsindeki isyan arttıkça ruhdaki siyah nokta da mebsuten mütenasib artar, nihayet ruhunu simsiyah ma'nevi bir bulut kaplar. Hakk'ın lutuf kapıları da kapanır. Zira ruhun iki yüzü vardır. Biri alem-i gaybe, diğeri alem-i şehadete, ya'ni biri halka, diğeri Hakk'a müteveccihdir. Ruha gelen bir feyz, Mazhar-ı Kainat efendimizden varid olarak kalb echizesine tevdi'edilir. Kalb de o feyzi sair a'zaya taksim eder. O zaman o uzuvlardan feyz-i mezkurun kudsiyyetine münasib ef'al ve ahval zuhura başlar.

     İşte feyz olmayınca bilcümle müktesebat-ı ilmiyye ile ne Hazret-i Muhammed, ne ayat-ı İlahiyye, ne de ehadis-i nebeviyye anlaşılamaz.

     Halbuki ba'zı kimselerin ise Hakk ile ünsiyyeti olur da zahirde çok iyi okumuş adamın ayat-i celileden tahsil etdiği ma'nadan çok daha zevkli ma'na tahsil eder. Biri işin resmiyyetinde kalmış, evin içine girmek içün anahtarı almış, fakat bir türlü içeriye girememiş, yalnız anahtara güzel kılıf yapmakla vaktini geçirmiş. Diğeri hususiyetiyle alakadar olmuş, anahtarı alamamış, fakat muhabbet göstermiş, ihlas tahsil etmiş, kapıdan anahtarsız girmiş, yahut pencereden, bacadan atlamış, fakat evin içine kurulmuş.

     Ahlakıyla, ihlasıyla, safiyetiyle herkezin hüsn-i zannını kazanmış bir çobana bir gün Hazret-i İmam-ı Şafii ile Cenab-ı Ahmed tesadüf etmişler.

     İmam-ı Ahmed İmam-ı Safiiye:
" Herkez bu zata hüsn-i zan eder, bir insanı kamil diye tanır. Buna bir sual soracağım, bakalım cevab verebilecek mi ? " der.

     İmam-ı Şafii :
" - Bunlar garip kimselerdir, garip ise Hakk'a karibdir, kalbleri safdır. Gönüllerine dokunmak doğru olmaz, vazgeçiniz" diye ısrar ederse de, Hazret-i İmam-ı Ahmed " Ben herhalde soracağım" diye çobana şu suali sorar:
" - Bir adamın beş vakit namazından bir namazı onu fevt etmiş. O namazı kaza etmek istiyor. Fakat o namazın hangisi olduğunu bilmiyor. Acaba bu adam beş vakit namazdan hangisini kaza etmelidir ?"

     Mü'min çoban, feraset-i iman ile İmam'ın kendisini imtihan etmek içün sorduğunu anlayarak celal ile kendisine şöyle cevab verir:
" - O adam ki , beş vakit namazından hangisi kendisini fevt etdiğini bilmiyor, demek ki bütün namazlarını gafletle kılınmışdır. Binaen'aleyh beş vakitini birden kaza etmesi lazım gelir."

     Hazret-i İmam nadim olup kendisinden özür diledikten sonra " Hakk ile ünsiyyeti olanın çobanı böyle olursa ya bunun alimi nasıl olur ?.." diye hayretde kalırlar.

     Keza ba'zı ümmi adamlara tesadüf edilir, ayat-ı İlahiyyeden öyle ince ma'nalar tahsil ederler ki, en yüksek müfessirleri bile kendilerine hürmet ve muhabbetle eğdirmeye mecbur bırakırlar.

     Eshab-ı hulustan ümmi bir zat (Bekke) geçen ayet-i celilede:
" Bekke ne ma'naya delalet ediyor ?" diye tefsir okudan bir zata soruyor: O zat :" Mekke ma'nasınadır" diye cevab verince, "O halde Mekke denirdi.(Bekke) denmesinde hiçbir işaret yok mudur ?" diyor.

     Tefsir okutan zat munsif, görgülü bir kimse olduğundani sailin zahirdeki vaz'ıyyetine, bilginin sade görünüşüne aft-ı nazar etmeyerek: "Bir şey söylemek istiyorsunuz, emrediniz de istifa edelim" deyince, ümmi zat:
" - Evet, (Bekke) Mekke ma'nasına ise de burada urafaya geniş incelikler gizlenmiştir. Mü'minin zahirde kıblesi Beytü'l- Muazzama, hakikatde kıblesi Cenab-ı Ahmediyyet, sırran kıblesi Hazret-i Ehadiyyetdir. Binaen'aleyh birinci sınıf mü'minler aynen bunu zevk edindiklerinden (büka-i zevki) hasıl olur. Ona işareten (Bekke) denilmişdir" buyuruyor.

     İşte Kitabullah böyle namütenahi inceliklerle doludur. Fakat bu zevk, ruh-ı küllinin nuru olan batın gözünün nuruyla görülür. Bu nura sahib olanların muradları dahi olmaz. Onlar Hak ne isterse onu isterler. Bu ise aşk ile olur. Aşk, ma'şukun rızasıdır. Ma'şukunun rızasında olan aşık da ne talib-i izzetdir, ne de talib-i zilletdir. O daima cananının hukukunu vikaye ile meşguldür.

     Bu gibi zevata Hazret-i Peygamber (Ulema) demişdir. Ve bunlar ancak (Enbiya)'ya varis olabilirler ve meani-i Kur'an'daki te'vil hakkı bunlara aiddir. Cenab-ı Hak bunlara (Ulema-i rüsum)'un haricinde ayrı bir imtiyaz vermiş, (Ulema-i rasihin) tesmiye etmiş, " Kitabullah'ı ve te'vil hakkı bana ve bunlara aiddir" demiş.

     Onlar öyle zevat-ı aliyyedir ki "Kaf Ha Ya Ayın Sad" ayeti ile "Elif Lam Min Sad" ayetindeki "Sad"lar bir olduğu halde ma'nalarının ayrı olduğu görürler.

     Hulasa, feyz-i aşk-ı ilahi olan ruh-i insani kimde var ise o, ayat-ı İlahiyyenin genişliğinden zevk alabilir. Nasıl ki :" Kadere layıkıyla iman edemeyen, imanın tadını bulmaz" emr-i Nebisi vardır. İşte envar-ı risalet olan ayat-ı İlahiyye de Fahr-i Alem'e merbutıyyetin kuvvetiyle anlaşılır. Hakikat-ı Muhammediyyeyi layıkyla anlayanlar ayat-ı İlahiyyenin her kelimesinde değil, her harfinde na mütenahi zevk bulurlar. Ve bunlar hakkında Cenab-ı Risalet:

     " Ehl-i hak, ayat ü beyyinatdan doyamazlar" buyurl-muşlardır.
     Yine tekrar ediyorum: Ayat-ı İlahiyye yalnız lugat ile anlaşılamaz. Bir misal getireyim:
     "Festekım kema ümirte" (Hud:112) : Bu ayet-i celile Sure-i Hud'dadır.Lugaten ma'nası: "Emrolunduğu gibi doğru ol"dur. Ve bu sure-i celiledeki bu ayet hakkında efendimiz: Emrolunduğun gibi doğru ol"dur. Ve bu sure-i celiledeki bu ayet hakkında Efendimiz: "Bu suredeki bu ayet beni ihtiyarlatdı" buyurmuşlardır.

     İmdi acaba, bu ayet-i celiledeki: "Emrolunduğun gibi doğru ol" emrindeki doğruluk, bizim anladığımız gibi eğriliğin mukabili olan doğruluk mudur?

     Ne münasebet !

     Zira Mazhar-ı Kainat Efendimiz, ulum-ı evvelin ve ahırıni cami, Rabbisine kendisi şahid, Rabbisi de O'na şahid olduğu halde ve Cenab-ı Hak: " Gına-i zatiyyemle sende tecelli ederek seni bütün mevcudata (Beşir) ve (Nezir) olarak gönderdim" diye bizlere tanıtdığı bir Habibullahdır.

     Demek ki ayet-i celilede daha ince hakaik gizlidir.
Yine O, " Kul in küntüm tühıbbunellahe fettebi'uni yuhbibkümullahü ve yağfir leküm zünubeküm vallahü ğafurun rahıym"(Al-i İmran:31) ferman-ı celili ile kendisine tabiiyyet ve muhabbet doğrudan Allah'a muhabbet olduğunu ve Habibine tabiiyyet ve muhabbet neticesinde sıfat-ı mağfiret işlenebileceği bildiren bir Nebiyy-i a'zamdır.
Evet O, Hendek gazasında en kuvvetli bazuların sahiblerinin ictima ederek parçalayamadıkları metin kayayı; dendan-ı seadetini hafif gösterircesine tebessüm ederek kazmanın ucu ile parça parça ederken sıçrayan kıvılcımların alevinden, ümmetine fütuhat yoluna açdığını haber veren ve Kisra'nın bileziklerini Ömer'in eliyle eshabından birinin bileğine takılacağını söyleyen bir Nebiyy-i Ekrem'dir.

     Uhud dağında, Sıddıyk Efendimiz ve Şeyhayn hazeratı ile beraber bulundukları zaman vaki' olan hareket-i arzda mübarek kadem-i seadetlerini yere vurarak:

     " - Ya Uhud! Üzerinde bir Nebi, bir Sıddıyk, iki şehid vardır, sallanma" emrini verirken müstakbelde Hazret-i Ömer ile Cenab-ı Osman'ın şehid olacaklarını haber veren ve haber-i seniyyesi aynen tahakkuk eden bir Zat-ı Kudsiyyet-Sıfat'dır.

     Ammar' yüzünü gözünü silerken: " Seni eshabım şehid etmeyecek, sen Fie-i Bağıyye tarafından şehid edileceksin, son lokmanda sulu süt olacakdır" diye Ammar'ın akibetini haber veren ve haberide aynen tahakkuk eden bir Zat-ı A'ladır.

     İran-Rum harbinde; İran Rum'a galib geldiği vakit müşrikin sevinmişlerdi. Sebebi ise İraniler de kendileri gibi putperest idiler. Rumlar Ehl-i Kitab olduklarından onların İranilere mağlup oluşu müşrikleri sevindiriyordu. "Elif Lam Mim Ğulibetirrum..." ayet-i celilesi nazil oldu. Fahr-i Alem senesiyle, ayıyla, zamanı ile Rum'un tekrar galib geleceğini haber verdi.

     Bu haber üzerine Hazret-i Ebubekir, müşriklerle yüz devesine bahse girdi ve aynen Cenab-ı Peygamberin emri yerine gelince Hazret-i Ebubekir yüz deveyi aldı. Hatta bahse giriştiği kimse öldüğü içün develer veresesinden alındı.

     Frenk ulemasından ileri gelenler derler ki:
" Dünyada hiç böyle bir erkan-ı harb görülmüş müdür ki, iki galib ve mağlub devletin, mağlub olanın şu kadar sene sonra senesiyle, günüyle, tekrar galib geleceğini haber versin !"

     O öyle bir Peygamberdir ki : İran Şahı Perviz'e mektub gönderdiği vakit, Şah, ismini Zat-ı Risaletin isminden sonra yazılışından dolayı hiddetlenerek mektubu yırtmış ve Yemen Valisi Bazan'a haber göndererek: "Hicaz'da nebiyim diye biri türemiş, onu hemen bana gönder" emrini vermiş. Bazan, Şahın göndermiş olduğu emri üç adamı ile Cenab-ı Risalete gönderdiği vakit, sureti halk, sıreti Rahman olan Habib-i Kibriya Efendimiz:

     " - Bu mektubun cevabını yarın vereceğim, yarın geliniz" diye buyurmuş, ertesi günü geldikleri vakit: "Allah, şahınızı bu gece oğluna parçalatmışdır" diye cevab vermesi üzerine, iş hayretle tedkik edilmiş, doğruluğu meydana çıkınca Bazan ile elçileri din-i celil-i İslama girmişlerdir.

     Cenab-ı Hak zulmetin mukabili olmayan, nurun sahibi bulunan Hazret-i Muhammed'e bütün eşyayı müsahhar kılmış, Onun içün meçhulü kaldırmışdır.

     Allahu Teala, Hazret-i Musa'ya; mu'cize olarak asasını yere vurmak suretiyle kavmine su verdirdi. Habibine kendi zat-ı risaletinden harice müracaat etmeden mübarek parmaklarından su menba'ı tecelli etdirdi.
Yine Cenab-ı Hak, Musa Kelimine : "Fahla' na'leyk" (Ta-Ha:12) ile emr ediyor. Habib-i Lebibinin gubar-ı na'linini ise Arş'a tac ediyor.Bu hal ileCenab-ı Ahmed, Zat-ı Ehadiyyetin ve eşyanın sıfatının mazharı olduğu gösteriliyor.

     Ne güzel söylenmişdir:

 Ayinedir bu alem, her şey Hak ile kaim
Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim.

     Yalnız bu işin zevkine varabilmek içün gündüzün gaflet, geceleyinde hılkat uykusuyla ömrü geçirmemek şartdır.

     Enbiya sınıfı müstasna -ki,bu sınıf masumdur-. Sınıf-ı ehlullah da mahfuzdur. Diğer nas ise hatadan salim olmaz. Fakat hataları hasenat ile gidermenin çarelerine bakmalıdır .....